Teknik zorluk seviyesi - Kolay
Mesafe - 5,5 Kilometre
Başlangıç irtifa - 130 Metre
Maksimum irtifa - 385 Metre
Parkur türü - Döngü
Süre - 2,5 Saat
Not: Yakın mesafe herkes kendi aracıyla katılacak aracı olmayan arkadaşlar ise aracında boş yer olan diğer arkadaşların aracı ile yakıta katkı sağlayarak katılım sağlayabilir. Şehir dışından katılmak isteyenler için ana yol(izmir - Ankara Karayolu) Salihli Sart mahallesi içinden geçmektedir, Sart trafik ışıklarda kavşakta araçtan inmeniz yeterli olacaktır.
Parkur Salihli yukarı Sart mahallesinde bulunan Artemis Tapınağı önünden başlıyor, patikaları izleyerek Sart kalesine ulaşıyoruz tarih ve doğanın iç içe geçtiği bu noktada Salihli ovasını ve Bozdağların panoramik manzarası eşliğinde kahvaltımızı yapıyoruz çay, kahve molamızın ardından farklı patikalardan başladığımız noktaya Artemis tapınağına geri dönüyoruz.
İnstagram👉🏻 Etkinlik paylaşımı
Nazmi Efe, Salihli'nin Sart Mahallesi'nde adeta yaşayan bir efsane olarak anılan, Kurtuluş Savaşı'nın isimsiz kahramanlarından biridir. Bu yiğit direnişçinin kimliğine dair bilgi arayışını hem de onun mezarının "Sart Kalesi" olarak bilinen mevkideki konumu hakkındaki yaygın inancı teyit etme amacını taşımaktadır. Bu arayış, sadece Nazmi Efe'nin hayat hikayesini ve anıt mezarının yerini teyit etmekle kalmayacak, aynı zamanda halk hafızası, yerel anlatılar ve resmi tarih yazımı arasındaki karmaşık ilişkiyi de derinlemesine inceleyecektir. Bu inceleme, bir kahramanın anısının nasıl farklı katmanlarda korunduğunu ve yaşatıldığını anlamak için bir çerçeve sunmaktadır.
Nazmi Efe'nin yaşamı, Kurtuluş Savaşı'nın en zorlu günlerinde, yerel direniş hareketlerinin nasıl birer kaleye dönüştüğünün somut bir örneğidir. Sart Mahallesi'nden olduğu bilinen Nazmi Efe, savaşın ilk evrelerinde Birgi-Bozdağ-Gölcük Cephesini kuran Kuvâ-yi Milliye lideri Postlu Mestan Efe'nin en yakın yardımcılarından, yani "kızanlarından" biri olarak görev yapmıştır. Cephenin kurulması ve Yunan işgaline karşı yürütülen bu erken dönem mücadeleler, o yıllardaki bölgesel direnişin en önemli unsurlarındandır.
Onun kahramanlık öyküsü, ailesini ziyaret etmek için Bozdağ'dan köyü Sart'a doğru yola çıkmasıyla dramatik bir dönemeç alır. Köyüne yaklaştığında, atından iner ve köyünün Yunan askerleri tarafından işgal edildiğini görür. Bu ani ve beklenmedik durum karşısında Nazmi Efe, yanında taşıdığı tek kırma tüfeğiyle tek başına bir Yunan taburuna karşı mücadeleye başlar. O kadar sık ve hızlı yer değiştirir ki, Yunan askerleri karşısında büyük ve organize bir Kuvâ-yi Milliye grubu olduğunu sanır. Bu tek kişilik direniş, akşam saatlerine kadar aralıksız sürer. Çatışma, Nazmi Efe'nin fişeklerinin ve mermisinin tamamen bitmesiyle sona erer. İşte bu noktada, düşman tarafından şehit edilir.
Nazmi Efe'nin şehadet tarihi, 25 Haziran 1920 olarak kaydedilmiştir. Bu tarihin sembolik bir anlamı bulunmaktadır, zira Salihli'nin Yunan kuvvetlerince işgalinden sadece bir gün öncesine denk gelmektedir. Bu zamanlama, Nazmi Efe'nin fedakârlığını sadece bireysel bir kahramanlık eylemi olmaktan çıkarıp, tüm bölge için yaklaşan işgale karşı sergilenen son ve onurlu direnişin bir sembolü haline getirir. Şehadetinin işgal arifesinde gerçekleşmiş olması, onun anısının yerel halkın kolektif bilincinde derin bir yer edinmesine ve duygusal bir bağ kurmasına neden olmuştur.
Sardes Akropolü (Sart Kalesi) Yamacında
Bu bilgi yerel kaynaklar ve seyahat notları tarafından doğrulanmaktadır. Nazmi Efe'nin kabri, şehit olduğu yerde, Sardes Kalesi (Akropol) yamaçlarında bulunmaktadır. Bölge halkı tarafından yaygın olarak "Sart Kalesi" olarak adlandırılan bu tarihi alan, aslında antik Lidya ve Roma yerleşimi olan Sardes'in akropolüdür. Bu anıt mezara ulaşım, "belli belirsiz bir patika" üzerinden, "dik bir yamaçtan yaklaşık 20 dakikalık bir tırmanışla" mümkündür.
Mezarın bu yüksek ve zorlu coğrafyadaki konumu, sadece rastgele bir yer seçimi değildir; aynı zamanda derin bir sembolik anlam taşır. Mezara ulaşmak için kat edilen fiziksel zorluk, Nazmi Efe'nin tek başına bir taburla verdiği çetin mücadeleyi temsil etmektedir. Dahası, mezarın bulunduğu yüksek boyun noktası, ona adeta bir gözlem noktası işlevi yükler. Yerel anlatılarda, köyünün Yunan işgali altında olduğunu gören ve direnişe başlayan Nazmi Efe'nin ruhunun, sanki hâlâ düşmanı gözetliyormuşçasına bu yüksek noktadan Sart'ı korumaya devam ettiği inancı yaygındır. Bu durum, mezarın sadece bir anma yeri değil, aynı zamanda bir 'ziyaret' veya 'hac' noktası haline gelmesini sağlamıştır. Mezarı ziyaret edenler, kahramanın direnişine ve fedakârlığına olan saygılarını bizzat fiziksel bir eylemle göstermektedirler. Mezarın, zamanla aşınan ve parçalanan antik sur kalıntılarının yakınında, bir “şapka gibi duran konglomera kütlenin tam üstünde” yer alması da, bu mekânın tarihsel katmanlılığını gözler önüne sermektedir.
Sardes veya Sardeis, Türkiye'nin Manisa iline bağlı Salihli ilçesindeki Sart Mahallesi sınırları içinde yer alan ve Lidya Krallığı'na başkentlik yapmış, köklü bir antik kenttir. Konumu itibarıyla, verimli Gediz Ovası (Antik Hermus Ovası) ile Tmolos (Bozdağ) Dağları'nın eteklerinde, Ege kıyılarından Anadolu'nun iç kesimlerine uzanan önemli bir ticaret yolu üzerinde kurulmuştur. Bu stratejik yerleşim, kentin tarih boyunca Batı Anadolu'nun en önemli siyasi, ekonomik ve kültürel merkezlerinden biri olmasını sağlamıştır.
Kent, MÖ 1300'lü yıllarda Atys'ler tarafından kurulduğu düşünülen ve MÖ 12. yüzyıldan MS 1200'e kadar kesintisiz yerleşim izleri taşıyan bir alandır. Özellikle MÖ 7. yüzyıldan MS 7. yüzyıla kadar geçen yaklaşık 1500 yıllık bir dönemde Sardes, bölgenin en gelişmiş şehirlerinden biri olarak öne çıkmıştır. Sardes'in günümüze ulaşan kalıntıları, hem Lidya Krallığı dönemine ait eşsiz buluntuları hem de Pers, Helenistik, Roma ve Bizans gibi farklı medeniyetlerin izlerini bir arada barındırmasıyla arkeolojik ve tarihsel açıdan benzersiz bir değer taşımaktadır. Bu çok katmanlı yapı, kentin tarih boyunca geçirdiği dönüşümleri ve kültürel etkileşimleri somut bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Para, tarihte ilk kez MÖ 7. yüzyılda Anadolu'da, Lidya Krallığı tarafından, ticari işlemlerde değişimi kolaylaştırmak amacıyla basılmıştır. Bu dönemde basılan ilk sikkeler, doğal olarak altın ve gümüşün birleşiminden oluşan ve Paktolos (Sart) Çayı'nın alüvyal yataklarında bolca bulunan
elektron adlı doğal bir alaşımdan yapılmıştır. Başlangıçta üzerlerine herhangi bir damga veya resim basılmamış, şekilsiz parçalar halinde kullanılan bu madeni parçalar, MÖ 600'lü yıllardan itibaren aslan ve boğa gibi krallığı sembolize eden figürlerle damgalanmaya başlanmıştır.
Lidyalıların bu alaşımı basım için kullanması, doğal kaynakların ekonomik bir sistemin temelini oluşturmasına yönelik atılmış ilk adımdır. Ancak daha da önemlisi, nümismatik incelemeler, Lidyalıların doğal elektrona müdahale ettiğini, alaşımdaki altın miktarını azaltıp gümüş miktarını artırdıklarını ve hatta %1-2 oranında bakır eklediklerini göstermektedir. Bu mühendislik müdahalesi, sadece bir madencilik başarısı değil, aynı zamanda para biriminin değerini standardize etme ve kontrol etme amacı taşıyan kritik bir ekonomik hamledir. Böylece, para sadece bir değişim aracı olmaktan çıkıp, devlet garantisi altında belirli bir değere sahip resmi bir enstrümana dönüşmüştür.
Lidya'nın son ve en ünlü kralı olan Krezüs (Croesus), MÖ 560-546 yılları arasında hüküm sürmüş ve sahip olduğu büyük servet nedeniyle antik dünyanın en zengin hükümdarlarından biri olarak anılmıştır. "Karun kadar zengin" deyiminin kökeni de Kral Krezüs'e dayanmaktadır. Kral Krezüs, tarihe geçen en büyük ekonomik yeniliklerden birini gerçekleştirerek, elektron sikke basımını terk etmiş ve ilk kez saf altını ve gümüşü birbirinden ayırarak standart ağırlıkta iki ayrı metalden sikke basmıştır. Bu sistem, modern anlamda "altın standardının icadı" olarak kabul edilir ve uluslararası ticarette büyük bir devrim yaratmıştır.
Krezüs'ün bastırdığı altın sikkelere "stater" veya "kroiseid" adı verilmiş, ağırlıkları yaklaşık 10.72 gram olarak belirlenmiştir. Ön yüzünde, Lidya krallığının gücünü simgeleyen karşı karşıya duran aslan ve boğa tasviri yer almıştır. Ancak bu tasvir, Lidya'nın MÖ 546'da Pers İmparatorluğu tarafından ele geçirilmesinden sonra, Kral I. Darius tarafından değiştirilerek yerine Pers kralının şematik temsili basılmıştır. Sikkelerin üzerindeki bu simge değişikliği, Lidya'nın siyasi egemenliğini kaybetmesinin ve ekonomik kontrolün Pers İmparatorluğu'na geçmesinin somut bir göstergesidir.
Sardes'in zenginliğiyle özdeşleşen Paktolos (bugünkü Sart) Çayı'nın mitolojik bir anlatısı da bulunmaktadır. Antik Yunan mitolojisine göre, Frigya Kralı Midas, dokunduğu her şeyi altına çevirme lanetinden kurtulmak için Tanrı Dionysos'un("Tanrı kavramı mitolojiktir) tavsiyesiyle Paktolos Irmağı'nda yıkanmıştır. Efsaneye göre, Midas'ın gücü suya karışmış ve o günden sonra nehir, alüvyal yataklarında altın parçacıkları taşıyan "altın kumlu" bir nehir olarak anılmaya başlanmıştır.
Midas efsanesi, bilimsel olarak Sardes'in zenginliğinin kaynağına dair gerçeği sembolik bir şekilde açıklamaktadır. Gerçekten de, Lidya Krallığı'nın ekonomik gücünün ve paranın icadını mümkün kılan zenginliğin temelinde, başkentten geçen Paktolos Çayı'nın getirdiği alüvyal altın yatakları bulunmaktadır.
Bu tarihi gerçeklik, 1968 yılında Paktolos Çayı'nın yakınlarında gerçekleştirilen arkeolojik kazılarda somut kanıtlarla doğrulanmıştır. Kazı ekibi, dönemin metal işleme atölyelerine ait olduğu düşünülen bir altın rafinerisi alanı ortaya çıkarmıştır. Bu alandan, altın arıtma potaları (kal), pişmiş topraktan yapılmış üfleme boruları ve altın tanecikleri gibi buluntular elde edilmiştir. Arkeolojik çalışmalar, bu atölyelerde Lidyalıların kupelasyon (çanaklama) ve sementasyon (tavlama) gibi karmaşık kimyasal işlemleri kullanarak altını bakır, demir ve özellikle gümüş gibi diğer metallerden saflaştırdığını göstermektedir. Bu ileri düzey metalürji teknolojisi, Sardes'i dönemin en önemli kuyumculuk merkezlerinden biri haline getirmiş ve standart ayarlı saf altın sikkelerin basımını mümkün kılmıştır.
Sardes Akropolisi, doğal olarak sarp bir tepenin üzerinde yer alması sayesinde antik çağlarda "dünyanın en güçlü yeri" olarak nam salmıştır. Antik yazarlar, kalenin üç büyük kuşatmaya (MÖ 281'de Seleucus I ve MÖ 215'te Antiochus III) uzun süre direndiğini belirtir. Ancak, efsaneye göre MÖ 546'da Pers İmparatoru Kyros'un orduları, Lidya Kralı Meles'in ihmal ettiği, aslanını dolaştırmadığı bir bölümden kaleye sızarak şehri ele geçirmiştir.
Sardes, sadece akropolisiyle değil, aynı zamanda aşağı şehrini çevreleyen anıtsal savunma yapılarıyla da dikkat çekmektedir. MÖ 7.-6. yüzyıllara tarihlenen, 20 metre kalınlığında ve 14 metre yüksekliğe ulaşabilen bu şehir surları, Mezopotamya uygarlıkları dışında dönemin Akdeniz ve Anadolu medeniyetlerinde benzeri olmayan anıtsal ölçülere sahiptir. Bu durum, Lidya'nın zenginliğini sadece ekonomik güce değil, aynı zamanda ileri düzey askeri mühendislik ve savunma stratejilerine dayandırdığının önemli bir göstergesidir.
Akropolis'in kuzey yamacında, Lidya dönemine ait, özenli işçilik gösteren kireçtaşı ve kumtaşı bloklarından inşa edilmiş bir dizi teras duvarı bulunmaktadır. Bu terasların bir saray veya kutsal alanı desteklediği düşünülmektedir. Ancak, Lidya dönemine ait akropolis surlarının günümüze ulaşan bir izi bulunmazken , aşağı şehri çevreleyen surlar oldukça iyi korunmuştur.
MS 7. yüzyıldan itibaren aşağı şehrin terk edilmesiyle Akropolis, Bizans döneminde ana yerleşim ve savunma merkezi haline gelmiştir. Bu durum, Geç Roma döneminde yaşanan yıkıcı depremlerin bir sonucudur. Kentin sakinleri, daha güvenli olan ve güçlü Bizans surlarıyla yeniden tahkim edilen akropole sığınmıştır. İlginç bir şekilde, bu Bizans dönemi surları, daha önceki yapıların yıkıntıları ve bloklarının devşirme malzeme olarak kullanılmasıyla inşa edilmiştir. Bu, bir medeniyetin yapısal kalıntılarının, sonraki bir medeniyetin ayakta kalma çabasına nasıl hizmet ettiğinin çarpıcı bir arkeolojik örneğidir.
Hellenistik ve Roma Dönemleri Şaheseri
Sardes'teki Artemis Tapınağı, büyüklüğü ve mimari zarafetiyle antik dünyanın en önemli yapılarından biridir. Ana Tanrıça Artimu (Artemis) adına ilk sunak, Lidya Kralı Krezüs tarafından kum taşından yapılmış, asıl tapınağın inşasına ise Helenistik dönemde MÖ 330'larda başlanmıştır. Tapınak, Efes ve Magnesia'daki Artemis tapınakları gibi batıya dönük inşa edilmiştir. Ancak, 800 yılı aşkın bir süre boyunca devam eden inşaat sürecine rağmen, yapı hiçbir zaman tam olarak tamamlanamamıştır. Bu durum, arkeologlara dönemin inşaat teknikleri hakkında eşsiz bilgiler sunmaktadır.
Roma İmparatorluğu döneminde, MS 17 yılındaki depremin ardından onarılan tapınağın , MS 1.-2. yüzyıllarda cella (ana) bölümü ikiye bölünerek bir kısmı İmparatorluk kültü için kullanılmıştır. Bu değişiklikle birlikte, doğu bölümdeki iç sütunlar kaldırılmış ve yerine imparatorların devasa heykelleri yerleştirilmiştir. Tapınak, İyon düzeninde inşa edilmiş olup, Efes'teki tapınağa benzemekte ve dünyanın en büyük dördüncü İyon düzenindeki tapınağı olarak kabul edilmektedir. MS 4. yüzyılda, paganizmin yerini Hristiyanlığa bırakmasıyla tapınağın güneydoğu köşesine küçük bir Hristiyan şapeli eklenmesi , Sardes'in kültürel ve dini dönüşümünü mimari olarak gözler önüne sermektedir.
Roma Dönemi Sosyal Yaşamın Merkezi
Sardes'te, İzmir-Ankara karayolunun hemen yanında yer alan Hamam ve Gymnasium kompleksi, Roma döneminin en görkemli yapılarından biridir. 23.000 metrekarelik bir alanı kaplayan bu yapı, Roma İmparatorluğu genelinde yaygın olan standart bir “İmparatorluk” hamamı tipine aittir. Kompleks, gençlerin spor ve eğitim faaliyetleri için kullanılan bir açık avlu (palaestra) ile sıcak ve soğuk su havuzlarını (caldarium ve frigidarium) içeren tonozlu bir hamam biriminden oluşmaktadır. Muhtemelen MS 2. yüzyılın sonlarında veya 3. yüzyılın başlarında tamamlandığı düşünülen yapı, Roma İmparatorluk ailesine, özellikle de İmparatorlar Caracalla ve Geta ile anneleri Julia Domna'ya ithaf edilmiştir. Yapının büyük bir kısmı 1964 ve 1973 yılları arasında gerçekleştirilen çalışmalarla restore edilmiştir.
Antik Dünyanın En Büyüğü
Hamam-Gymnasium kompleksinin bitişiğinde yer alan Sardes Sinagogu, antik dünyanın bilinen en büyük sinagogudur. Yapının başlangıçta Roma hamam kompleksinin bir salonu olduğu ve MS 4. yüzyılda sinagoga dönüştürüldüğü düşünülmektedir. Sardes'te bir Yahudi cemaatinin varlığı, Kral III. Antiyokus'un MÖ 3. yüzyılda Babil'den Yahudi aileleri buraya yerleştirmesiyle başlamıştır.
Sinagogun keşfi, Batı diasporasındaki antik Yahudi cemaatleri hakkındaki tarihsel görüşlerin yeniden değerlendirilmesine yol açmıştır. Kazılarda ortaya çıkarılan mozaik zeminler, Yunanca ve İbranice yazıtlar, Roma döneminde Anadolu'daki Yahudi toplumlarının canlı, varlıklı ve Roma sivil toplumuna entegre olduğunu kanıtlamıştır. Bu, daha önceki varsayımların aksine, Hristiyanlık öncesinde Yahudi cemaatlerinin bölgede önemli bir dini ve kültürel varlık sergilediğini göstermektedir.
Sardes, bu anıtsal yapılar dışında da zengin bir kültürel mirasa sahiptir. İzmir-Ankara karayolunun kuzeyinde yer alan Bintepe mezarlığı, Lidya krallarına ait tümülüslerden oluşan, dünyanın en büyük nekropollerinden biridir. Bu tümülüsler, Lidya'nın servetinin ve gücünün bir simgesidir. Ayrıca, sinagogun karşısında yer alan ve Lidya Krallığı ile Pers dönemlerine tarihlenen Bronzlar Evi gibi yapılar, dönemin yaşam tarzı ve sosyal katmanları hakkında önemli bilgiler sunmaktadır.
Tarihi Yeniden Yazmak
120 Yıllık Kesintisiz Araştırma
Sardes'teki arkeolojik kazılar, 1910'lu yıllarda başlamış olup, 1958'den bu yana Harvard ve Cornell Üniversiteleri'nin ortaklığında, günümüzde Prof. Dr. Nicholas Cahill başkanlığında kesintisiz olarak devam etmektedir. Bu uzun soluklu ve sistematik çalışmalar, Sardes'i dünya arkeolojisinin en önemli ve dinamik sahalarından biri haline getirmiştir.
2024 ve 2025 Yılı Önemli Bulguları
Sardes'teki araştırmalar, özellikle son yıllarda elde edilen bulgularla tarihsel kabulleri kökten değiştiren sonuçlar ortaya koymaktadır.
Anıtsal Şehir Surları (2024): 2024 yılında gerçekleştirilen kazılarda, yaklaşık 2700 yıllık (MÖ 7.-6. yüzyıl) anıtsal Lidya surları gün yüzüne çıkarılmıştır. Genişliği 20 metreye, bazı yerlerde yüksekliği 14 metreye ulaşan bu surlar, dönemin Akdeniz ve Anadolu medeniyetlerinde benzeri olmayan, sadece Asur ve Babil'deki Mezopotamya uygarlıklarında görülen ölçülere sahiptir. Bu bulgu, Lidyalıların sadece ticaretle değil, aynı zamanda askeri mühendislik alanında da dönemin öncü güçlerinden biri olduğunu kanıtlamaktadır.
2800 Yıllık Lidya Sarayı (2025): 2025 yılında gimnazyumun yaklaşık 1 km doğusunda yapılan kazılarda, MÖ 8. yüzyıla tarihlenen, 1.5-2 metre genişliğinde taş duvarlara ve 6 metreden yüksekliğe sahip anıtsal bir Lidya sarayının kalıntılarına ulaşılmıştır. Bu katmanda ayrıca 30 bronz ok ucu ve bilinen en eski gümüş sikkelerden 9 tanesi gibi değerli bulgular da ortaya çıkmıştır.
Bu keşif, Lidyalılar hakkındaki mevcut tarihsel anlatıyı temelden sarsmıştır. Daha önce tarihçiler, Lidyalıların Yunan medeniyetine benzer şekilde, MÖ 7. yüzyılda şehirleşmeye başlayan küçük bir toplum olduğunu varsaymaktaydı. Ancak MÖ 8. yüzyıla tarihlenen bu anıtsal saray kalıntısı, Lidyalıların çok daha erken bir dönemde büyük ve gelişmiş bir kent medeniyeti kurduklarını göstermektedir. Bu bulgu, Lidyalıların mimari geleneğinin Yunanlardan ziyade, MÖ 9.-10. yüzyıllarda anıtsal yapılar inşa eden Frig uygarlığı gibi doğudaki köklü Anadolu medeniyetlerinden etkilendiğini ortaya koymaktadır. Sardes'in bu yeni bulguları, Lidya uygarlığının Anadolu'daki yerinin ve öneminin yeniden yorumlanmasını gerektirmektedir.